GİRİŞ
Merhaba arkadaşlar,
bugün sizlere elimde bulunan Platon'un Devlet adlı kitabından
bahsedeceğim. Kitabı Kim yazdı? Nasıl yazdı? Niçin yazdı?
demeden önce kitabın yazarı olan Platon hakkında sizlere bilgi
vermek istiyorum.
Çoğumuz belki de
Platon'u sadece felsefe derslerinden biliyoruz. Bu bilginize yaptığım
araştırmalar sonucu edindiğim bazı şeyleri eklemek istiyorum.
Buyrun Platon'u biraz yakından tanıyalım.
PLATON
Platon
ya da Eflatun,
MÖ 427-437 yıllarında yaşamış Yunan filozofu, matematik, müzik
ve jimnastikle uğraşmıştır. Akıl hocası Sokrates öğrencisi
de Aristotales olan düşünürün asıl adı Aristokles'tir. Fakat
(ben de öğrendiğimde şaşırmıştım) geniş omuzları ve
atletik yapısı nedeniyle Yunanca geniş anlamına gelen Platon
lakabı ile anıldı ve tanındı.
*Platon'un
felsefesini 5 önemli kavram içinde toplamak mümkündür. Bunlar;
bilgi, idealar, ruhun ölümsüzlüğü, evrendoğum ve devlet ile
ilgili kavramlardır.
Devlet
kavramına önem veren Platon, devleti erdemin yaşamsal sığınağı
olarak tanımlaşmıştır ve devlet ile ilgili düşüncelerini de
Devlet adlı kitabında toplamıştır.
*Bugün
insanlık adı altında topladığımız değerlerin kaynaklarından
biri de Platon'un Devleti'dir.
Doğu'da
ve Batı'da Hıristiyanlık ve Müslümanlıktan önce kutsal değilse
bile, en önemli kitap Devlet'ti. Kaldı ki, ilk Hıristiyan ve
Müslüman aydınları kendi din felsefelerini bu kitabın değişik
yorumları üstüne kurdular.
O
kadar önemli bir kitaptır ki bilimcilerin yaptığı şu güzel
yorumu da söylemeden edemeyeceğim:
Dünyadaki
bütün kitaplar yakılsa, ve sadece “Devlet” kalsa, o kitap
okunduğunda bütün kitaplar tekrar yazılabilir..
Böyleyken
ne tuhaftır en az okunan kitaplardan biri de Devlet'tir. Devlet
okunmuş olsa bile sık sık yeniden okunmaya değer, dünya gibi hep
yeniden anlaşılmak isteyen bir kitaptır.
Şimdi
kitabı Kim yazdı? ve Önemi nedir? dedikten sonra Nasıl? ve
Niçin? yazdı bu soruları cevaplayalım.
*Platon'un
ilk işi Sokrates'i öldürten demokrasiden uzaklaşıp dünyayı
dolaşmak oluyor. Nerelere gittiği pek bilinmese de Mısır'a,
İtalya'ya, Anadolu'ya hatta Hindistan'a gittiğini ileri sürenler
var.
*Herhalde
12 yıl ortadan yok oluyor Atina'ya 40 yaşında olgun bir insan
olarak dönüyor. Atina yakınında bir kır evine yerleşiyor
sonradan dünya akademilerine adını verecek olan Akademos'un
bahçesinde gençlerle buluşup Sokrates gibi kendini sevdiren bir
hoca oluyor.
*İşte
Platon filozofi ile sevgisini birleştiren, insan düşüncesini bir
çeşit tiyatro yoluyla anlatan diyalog çeşidini o zaman yaratıyor.
*Böyle
bir kitabı yazıp da uygulamaya koymamak veya koymak istememek
mümnkün :) Bu sırada Platon, Sicilya'nın zorbası Kral
Dionysion'un sarayına gidip orada düşündüğü devleti
gerçekleştirmeyi deniyor; ama ne filozof olmaya ne de devleti
filozoflara bırakmaya yanaşmayan kral, Platon'u kapı dışarı
ediyor. :)
*Tekrar
düşünce bahçesine dönen Platon artık 80 yaşına kadar hem
çevresindeki hem de gelecek yüzyıllardaki gençlerle en iyi
devletin nasıl olabileceğini tartışmakla yetiniyor.
*Aslında
kendisi de en iyi devletin bir ütopya olduğunu biliyor elbet.
Biliyor ama, kurulsun kurulmasın, herkesin böyle bir devlete, yani
en doğruya yönelmekle adam olacağına inanıyor. Herkes böyle bir
devleti varsayıp onun kanunlarına göre yaşasın, diyor.
*Giriş
konuşmamı böylece bitirerek kitabın içeriğine geçmek
istiyorum. Kitap 10 bölümden oluşmaktadır.
*Kitapta
adalet ve adil kelimeleri yerine doğru ve doğruluk kelimeleri
kullanılmış. Kitabın başka çevirilerinde ise adalet ve adil
geçiyor. Yazar bu konuda 2'ye ayrılmışlar. Bu yüzden ben adalet
ve adil ilgili cümleler kurarken size anlamsız veya saçma gelirse
adalet kelimesi yerine doğruluk kelimesini koyup ardından tekrar
anlamlandırmaya çalışırsanız sorunun düzeleceğine inanıyorum
:)
Kephalos,
Polemarkhos, Adeimantos, Thrasymakhos,Glaukan
- KİTAP
Sokrates,
arkadaşı Glaukan ile Bendis Tanrıçasına dua etmek ve onun için
yapılacak ilk bayramı görmek için Pire diye bir yere giderler.
Dua
ve alay seyrinden sonra şehre dönerken Kephalos'un oğlu
Polemarkhos bu ikiliyi görür ve hemen küçük oğlunu onları
durdurmak üzere yollar. Küçük çocuk Sokratesin bacağına
tutunur ve "Efendim bekleyiniz babam beklemenizi söyledi"
der. Daha sonra kendilerine doğru gelen Polemarkhos'u gören ikili
beklerler ve Polemarkhos yanlarına gelir ve "Ne o? Burda işiniz
bitti dönüyorsunuz değil mi?" der. Bunun üzerine Sokrates
"Evet Polemarkhos dönmemiz gerek şehirde işlerimiz var."
der. Polemarkhos kendilerinin buraya kadar geldiğini ve evine
uğramamalarını kabul edemeyeceğini söyler ve Sokrates ile
Glaukan'ı evine götürmeye ikna eder.
Evde
Polemarkhos'un babası Kephalos ve Polemarkhos'un birkaç arkadaşı
da vardır. Kephalos, Sokratesi görür görmez kendisini selamlar ve
"Sokrates, eskisi kadar gelmez oldun buralara. Ben de yaşlanınca
gidip gelemez oldum. Bu yüzden senin daha çok uğraman lazım
ayrıca insan yaşlanınca beden zevklerini kaybedince konuşmaktan
daha çok haz duyar oluyor. Bu yüzden seninle daha çok konuşmak
için daha çok gelmelisin" der.
Sokrates
de kendisine "Haklısın Kephalos, benim de yaşı geçenlerle
daha çok konuşmam lazım neden dersen, bizim de belki geçeceğimiz
yoldan çoktan geçtikleri için yaşlılardan öğreneceklerim
vardır. Sen ne düşünüyorsun bu 'son durak' hakkında?" diye
sorunca yaşlılık üzerine konu açılır. Kephalos yaşlılığın
sıkıntılarından bahsettikten sonra "Aslında yaşlılık bir
kurtuluş sayılır zira istekler, hırslar gevşeyince insan da
rahatlar" der ve ekler "Ölçülü, uysal olana ihtiyarlık
dert olmaz, öyle olmayana ise gençlik bile bela olur" deyince
Sokrates "Kephalos, senin ihtiyarlıktaki rahatlığını iyi
huylu olmana değil, zenginliğine verirler ve zenginin gönül
avutması kolaydır derler" diyerek konunun yaşlılıktan
paraya geçmesini sağlamış oluyor.
Bunun
üzerine konu paraya gelir ve Kephalos kendince paranın ne işe
yaradığını söylerken şu dizeleri:
"
Umut tatlı tatlı doldurur içini
Yoldaşlık
eder ona, hoş eder gönlünü
Umut
yola sokar, yoldan çıkan insanı "
Ne
doğru ne güzel diye niteleyince bu defa konu doğruluğun ne
olduğuna gelir. Bu tartışma
esnasında doğruluğu(adaleti) alınan şeyi geri vermek olarak
tanımlayan Kephalosa karşı Sokrates burada doğruluğun alınan
şeyi geri vermek olmadığını şu örnekle destekliyor:
"Aklı
başında bir arkadaştan silahını alsak, bu arkadaş çıldırsa,
emanetini de geri istese vermek doğru mudur? Geri verene doğru adam
denebilir mi? Bir çılgına, gerçeği olduğu gibi söyleyene de
doğru adam denemez."
Sokratesin
bu örneğiyle ikna olmuş olan Kephalos "Haklısın" der
fakat oğlu Polemarkhos buna karşı çıkar ve doğruluğun gerçeği
söylemek ve alınan şeyi geri vermek olduğunu söyler. Kephalos
burada sözü oğluna devreder ve tartışma Sokrates ile Polemarkhos
arasında devam eder.
Sokrates
tekrar sorar "Emaneti isteyen çıldırmışsa o zaman geri
verilmez değil mi?" diye sorar, Polemarkhos da "verilmez"
der.
Bu
diyaloğun devamında doğruluğun tanımı "dostlara iyilik
düşmanlara kötülük yapmak" yani bir nevi insanlara hak
ettiklerini vermek olduğu şeklinde değişir. Sokrates buradan
itibaren sık sık hekim, aşçı ve kaptan örneklerine başvurur.
Doğru(Adil)
insanın barışta nasıl faydalı olunabileceği sorulduğunda cevap
olarak ise doğru insanın parasal işlerimizde paramızı emanet
edebileceğimiz bir kişi olduğu söylenir. Sokrates bu tanımı
yetersiz bulur çünkü doğru sadece kullanılmayan şeylerde
faydalıysa pek de yararlı olmayacaktır der. Ve şaşırtıcı bir
düşünce çıkar burada o da bir işi iyi bilen kimsenin onu nasıl
kötüye kullanacağını da iyi bilmesidir. Yani parayı
saklayabilen bir kişi onu çalabilir de! "Adil insan düşmanına
kötülük eder" düşüncesinden ise bir insana kötülük
edildiğinde onun daha iyi olamayacağı sonucuna varırlar. Ve ne
dostuna ne de düşmanına kötülük etmenin adaletle örtüşmeyeceği
söylenir.
Tartışma
böyle hararetli devam ederken tam bu noktada Thrasymakhos atılır
ve "Ey Sokrates! Nedir bu deminden beri ettiğiniz boş sözler?
Doğruluğun ne olduğunu gerçekten öğrenmek istiyorsan, yalnız
sormakla kalma, başkasının verdiği cevabı da alkış toplamak
için çürütmeye kalkma. Sormak cevap vermekten kolaydır bilirsin,
sen söyle bakalım doğruluk neymiş?" diye sertçe çıkışır
ve devam eder "Ama öyle tutup bana, doğruluk borçmuş,
faydaymış yok insan işine gelenmiş falanmış filanmış demek
yok. Birşey söyleyeceğin varsa, açık açık konuş, dobra dobra
söyle, böyle ıvır zıvır laflar kabul etmem" demiş.
Anlayacağınız
Sokrates'in klasik sorularından sıkılmış ve patlıyor. Hatta
burada Sokrates'e doğruluğu bir ben tanımlayayım bir de sen
tanımla bilmeyene de ceza olsun der. Cezanın ne olacağına ilişkin
görüşler belirtilirken Thrasymakhos cezanın para olmasını
teklif eder :) ama Sokrates benim param yok der. Sokratesin
arkadaşları kendisine karşılıksız para teklif ettilerse dahi
Sokrates kabul etmez ve cezanın "Bilmediğini bilenden
öğrenmek" olmasını talep eder. Kitabı okurken bu kısımda
duraksadım ve tekrar okudum ama yanlış okumadığımı fark ettim
Sokrates'in teklifi "Bilmediğini bilenden öğrenmek"
cezasıdır.
Thrasymakhos
başta bunun saçma olduğunu söylese de daha sonra razı olur ve
doğruluğun ne olduğunu tartışmaya başlarlar. Tartışma
Thrasymakhos'un "Doğruluk güçlü olanın işine gelen
şeydir." demesiyle başlamış ve devam etmiştir.
Sokrates
bir ara devletin başındaki kişilerin de zaman zaman
yanılacaklarını ve kendi çıkarlarına uymayacak yasalar
çıkarabileceklerini neticede yasa çıkınca bunlara uymak zorunda
olacakları için doğrunun her zaman güçlünün işine gelen şey
olamayacağını söyler.
Bu
konuşma Thrasymakhos'u pek etkilemez. Konuşma içerisinde devlet
büyüklerinin de yanılabileceğini söylemişken sonradan bu savını
reddeder.
Sokrates
yine klasik örneklerle Thrasymakhos'a doğru insanların kendi
yönetiminde olanların yani güçsüzlerin çıkarlarını
savunduklarını söyler. Örneğin hekim kendisi için değil hasta
için faydalı şeyleri yapar vs.
Tabi
Thrasymakhos buna da karşı çıkar. Çünkü ona göre yönetenler
yönetilenlere kendi çıkarlarına uygun şeyleri yaptırırlar.
Kendileri istedikleri gibi insanların mülklerine el koyarlarken
halktan birisi bunu yaptığında hırsız olmaktadır ve bir ton
cezaya maruz kalmaktadır.
Bu
nedenle halk doğruluğu gelecek cezalardan korktuğu için savunur.
Sokrates ise işini yapmakla para kazanmanın farklı şeyler
olduğunu söyler. Sanat adamlarının ya da diğerlerinin para
kazanmayacak olsalar da yaptıkları işlerin değerini
kaybetmediğini para alarak ise kendi sanatlarından kendilerinin
faydalandığını zor da olsa Thrasymakhos'a kabul ettirir.
Bu
arada kimsenin isteyerek yönetime geçmediğini de ekler. İyi
insanlar ün ya da para düşkünlüğü için değil kötü biri
başa geçmesin diye idareyi alırlar. Bu da yine halkı
düşündüklerinden olur der.
Thrasymakhos
doğru olmayan insanın daha rahat bir hayat yaşacağını çünkü
işine geleni bildiğini ve akıllı olduğunu; adil insanın ise iyi
yürekli ama istediğini bilmez olduğunu iddia eder.
Bilgili
insan akıllıdır, akıllı insan da insan da iyi, bu durumda doğru
olmayan insan bilgisiz ve kötüdür. Doğru olmayan kişiler de
iktidarı ellerinde tutamazlar çünkü hem bilgisizdirler hem de
herkese kötülük ederler ve insanları iş göremez hale getirirler
kendileri de aynı duruma düşerler. Ve kötü bir kafanın yönetimi
kötü; iyi kafanın yönetimi ise iyi olur.
Doğruluk
da iyilik ile bir tutulduğuna göre iyi insan mutlu kötü insan ise
mutsuz yaşar. Mutsuz olmak zararlı mutlu olmaksa yararlı olduğuna
göre doğru olmayan bir insan hiçbir zaman karlı olamaz sonucu
ile diyalog kapanır.
Fakat
Sokrates en sonunda "doğruluğun" tanımını yapmayı
unuttuklarını ve bu durumda doğruluğun iyilik olup olmadığını
kestiremeyeceklerini söyler.
- KİTAP
Bu
bölümde doğruluk üzerinde tartışmaya devam edilir. Glaukan
herkesin eğriliği (yanlışı, adaletsizliği) savunması aklımı
karıştırdı der Sokratese. Ve Glaukan, Sokratese ben doğruluğu
bulmak adına eğriliği öveceğim sen de eğriliğin eleştirisini
yaparak düşüncemi değiştir ve yapmak istediğim gibi doğruluğu
savunayım der. Sokrates bunu kabul eder ve başlarlar.
Glaukan
eğriliğin doğruluktan üstün olduğunu savunanların
kazanımlarını anlatmaya başlar:
"Tabiatta
haksızlık etmek iyi haksızlığa uğramak kötü, ilk insanlar
birbirlerine haksızlık ediyorlardı ve haksızlığa uğrayanların
sayısı da fazla olunca bunlar haksızlık etmeyi de her zaman
beceremeyeceklerini de anlayınca bu işe bir dur demek adına
oturmuş ve bir anlaşma yapmışlar bu anlaşmaya göre, kimse
kimseye haksızlık etmeyecek, haksızlığa uğramayacak diye kanun
koymuşlar.
Kanunun
buyurduğuna kanuna da uygun olan şeyi doğru kabul etmişler. İşte
doğruluğun kaynağı, özü budur.
Doğruluğa
değer verdiren, insanın hep haksızlık etmeye gücünün
yetmemesidir. Gücü yetseydi insanoğlu yapısı gereği haksızlık
etmeyi, haksızlığı ortadan kaldırmak için kimseyle anlaşmaya
kalkmazdı.
Haksızlık
edemedikleri için doğru olmaya çalışanların bu işi kendi
istekleriyle yapmadıklarını şöyle bir düşünceyle
anlatabiliriz: Bir doğru bir de eğri adam alalım, ikisine de
dilediklerini yapma fırsatı verelim. Sonra da ardlarına düşüp
eğilimlerinin onları nereye götüreceğine bakalım. Göreceğiz
ki doğrunun gittiği yer eğrinin de gittiği yer olacaktır, çünkü
kendinde olandan fazlasını istemek, insanın yapısında olan
birşeydir.
Doğruya
da eğriye de vereceğimiz serbestliği daha iyi anlatmak için her
birinde efsaneye göre Gyges'in elindeki gücün bulunduğunu
düşünelim. Gyges, Lydia kralının hizmetinde çalışan bir
çobanmış, günün birinde bir sağanak ve bir deprem yüzünden
yer çatlamış ve bu çatlağı gören çoban bu çatlağın için
merak edip aşağı inmiş ve orada bir ceset ve parmağında da
yüzük bulmuş. Bu yüzüğü alıp yukarı çıkmış. Çobanlar
her ay sonunda olduğu gibi bu ay da krala hesap vermek için
toplanmışlar.
Gyges
toplantıya bu yüzükle gider. Yüzük parmağındayken onu avuç
içine çevirince ise tekrar görünür olur. Bu tılsımın sırrını
öğrenen Gyges saraya girmenin yollarını bulur ve saraya girer,
kralın karısını baştan çıkarıp onun da yardımını alarak
kralı öldürüp tahta geçer.
Şimdi
böyle 2 yüzük olsa birini doğru adama diğerini eğri adama
verirsek onlara herşeyi yapma fırsatı vermiş oluyoruz bu durumda
da ikisi de haksızlıklar edecektirler.
Eğri
adam ustaca haksızlık ederek kendisini ele vermez. O en büyük
haksızlıkları yaparken bile en doğru(adil) insanın ününe
bürünebilmelidir bir yanlış yaparsa da parası, arkadaşları ya
da diline güvenerek ört bas etmelidir kendisini. Doğru(adil) insan
ise olduğu gibi gözükmez çünkü bu ona ün getirir. O işkence
de görse haksızlığa da uğrasa sesini çıkarmaz. Bu durumda da
doğru olmak değil doğru gözükmek önemlidir. Eğri adam tam
tersine hayatını çok güzel yaşayacaktır ve hayatta daha karlı
olacaktır."
der
Glaukan.
Araya
giren Adeimantos ise insanların tanrıların, ozanların
bahsettikleri övgüleri almak, ün sahibi olmak için doğru
davrandıklarını ekler. Ayrıca bütün ozanlar da doğru bir insan
olmanın zor, eğri bir insan olmanınsa çok kolay olduğunu
söylerler ve haksızlık ettikten sonra tanrılara yalvaran
insanların hayatta ya da öldükten sonra affedildikleri söylenir.
Bu durumda "içinde güvenle yaşayacağım kaleye doğru yoldan
mı tırmanayım dolambaçlı yoldan mı?" diye sorar ve ekler
"Ya tanrı gibi yaratılmış olan ya bilgeliğe ermiş olan ya
da yaşlanan veya başka bir yetersizliği olan insanlar doğru
olmayı seçer" der ve bu sözleri söyledikten sonra
Sokrates'in doğruluğu(adaleti) övmesini içtenlikle bekler.
Sokrates
başlar doğruluğu savunmaya "Doğruluk(adalet) varsa bir
insanda olduğu kadar bütün toplumda da vardır. Daha büyük olan
şeyde doğruluk daha çok olacağına göre ilkin toplumda adaleti
arayalım sonra bir insanda araştırmaya geçeriz. Toplumun
insanların birbirlerine ihtiyaç duymalarından doğduğunu
söyleyerek baştan bir toplum yaratır. İlkin kendi ihtiyaçlarına
yetebilen bu toplum zamanla büyür, insanlar çoğalır ihtiyaçlar
artar ve başkalarının topraklarına saldırırlar. Bu durumda
savaş doğar. Savaşta yer alacak olanlar askerler "koruyucular"dır.
İşte onların nitelikleri bu bölümde verilir. Koruyucular çevik,
güçlü, yiğit, azgın ama aynı zamanda yurttaşlarına karşı
yumuşak(filozof ruhlu) olmalılardır. Bu insanlar beden eğitimi ve
müzikle eğitilmelidir. Müziğin içerisine söz sanatı da girer.
Çocukları da ilk masallarla eğitmeliyiz çünkü bu yaşlarda
istediğimiz her kalıba onları sokabiliriz. Bu nedenle uygun olan
masallar anlatılacak diğerleri yasaklanacaktır. İçeriğinde iyi
şeyler olanlar kalacak, kötü örnek oluşturanlar kaldırılacaktır.
Hesiodos ve Hemeros'un yasaklanması gerekir çünkü bunların
masallarında küçüklere kötü örnek olacak olaylar anlatılır
örneğin çocuğun babasını öldürmesi, annesini dövmesi gibi.
Ayrıca
tanrılar da iyi gösterilmeli ve sadece iyilik tanrılardan gelir.
Tanrılardan kötülük gelmez, kötülüklerin sebebi insanlardır.
Tanrıları kavgacı, kılık değiştirip insanların içinde
dolaşan şekillerde betimleyenlere kızmalıyız. Tanrıların
yalanla işi yoktur bu nedenle çeşitli kılıklara girip
insanları kandırmazlar." der ve bir bölümün daha sonuna
gelmiş oluyoruz.
- KİTAP
İkinci
kitapta çevik, yiğit, azgın ama aynı zamanda bir filozof ruhuna
sahip olan bekçilerin(koruyucuların) eğitiminde Hesiodos ve
Homeros gibi şairlerin tanrıları kavgacı insanların kılığına
girerek onları kandıran şekilde betimlenmelerine karşı gelen
Sokrates mitolojideki yanlış tanımlamaları sıralamaya devam
eder. Bekçilerin yiğit olabilmeleri için ölümden korkmamaları
gerekmektedir bu nedenle Hades'e dair korkunç hikayeler ya da
kahramanların trajik ölümleri anlatılmamalıdır. Bekçiler aşırı
gülen insanlar da olmamalı bu nedenle tanrıların kahkahalara
boğulur halleri de betimlenmemelidir.
Gerçekten
ayrılma yetkisi (yalan söyleme) tanrılar için geçerli olmasa da
insanlar arasında yalnız devlet yönetenlerinde olmalıdır.
Devletin yararına düşmanlarına ya da yurttaşlarına yalan
söyleyebilirler.
Gençlerin
eğitimine geldiğimizde ise onlarınsa akıllı ve uslu olmaları
gerektiği bu nedenle de İlyada'da Akhilleus ile Agamemnon arasında
geçen konuşmalar gibi isyankar mısraların ya da mitolojide
tanrıların birleşmelerinin anlatılmaması gerekir. Tanrılar ya
da oğulları kız kaçırmak gibi soysuz işlere de girmezler diye
ekler Sokrates ve devam eder.
Gençler
"hediyeler tanrıları bile yola getirir" gibi sözler
duymamalılardır. Çünkü bizim devletimizi kuracakların paraya da
rüşvete de düşkün olmaması gerekir.
Homeros'un
eleştirilmesi devam eder; şairler kahramanları taklit ederek
anlatırlar (dolaysız anlatımla) oysa ki dolaylı anlatsalar
anlatımları taklide kaçmaz. Bekçilerin de taklitten kaçınmalarını
ya da en azından yiğitlik , bilgelik ve dini bütünlük gibi
erdemleri taklit etmelerine müsaade edilmesi gerekir. Bu noktada
tragedya ve komedyalarda ağlayan kadınların, kölelerin,
delilerin, sarhoşlarıni kadın-erkek delilerinin vs. Taklitleri de
yapılmamalıdır.
Kurulacak
olan devlettte herkes bir konuda uzman olmalıdır der.
Bekçilerin
eğitiminde musikinin önemi daha önce söylenmişti. Bu konuda da
Sokrates bir takım yasakların olması gerektiğini söyler. Müzik
ne içki sofralarındaki gibi ağza yakışmayacak laflar içeren
(Ionia Lydia) ne miskinlik ve hüzün veren (Karışık ve uzun
Lydia) makamlar içermelidir. Bu tanımların dışında da bir tek
Dor ve Phrygia makamları kalır. Bu durumda devlette çeşitli
harplarda çok telli sazlar yapan ustalar olmamalıdır. Yalnızca
Iyra Kithara ve kaval kente girebilmeli. Makam ve sözün dışında
müzikte ritm de önemlidir ve ritm de söze uygun olmalıdır der.
Gençler
için müzik kadar beden eğitimi de önemlidir. Bunun ilk basamağını
doğru beslenmek oluşturur. Bir hekim pek çok hasta görmüş,
tecrübeli, kendisini kafasıyla tedavi edebilen bir insan olmalıdır.
Diğer
yandan kötülüklerle savaşak olan yargıç içinse bu durum tam
tersidir. Yargıç çocukluğundan itibaren kötülerle düşüp
kalkmamış ve yaşlı -çevresindekileri gözlemleyerek iyi ile
kötüyü ayırma tecrübesine ulaşmış olan- bir kimse olmalıdır.
Devlette
yönetenler "yaşlılar" ; yönetilenler ise "gençler"
olmalıdır. Yöneticiler ise hayatları boyunca toplum için iyi
şeyler yapmış olan akıllı değerli kimseler olmalıdır. Bu
nedenle bu tarz kişiler sürekli gözetlenmelidir.
Devletin
önemli bir tanımıyla burada karşılaşırız. Çünkü burada
Sokrates'in toplumu hiyerarşik bir sınıflandırmaya tabi tuttuğunu
görürüz. Der ki: Bir Fenike masalından yola çıkarak kimilerinin
ruhu altınla(yöneticiler-filozoflar) kimilerinin ki
gümüşle(bekçiler) kimilerininse bakır ve tunçla(çiftçiler ve
zanaatkarlar) yoğrulmuştur. Bu hiyerarşik yapı açık bir toplumu
simgeler çünkü Sokrates altından doğanların gümüş, gümüşten
doğanların altın çocuk yapabileceklerini ihmal etmez.
Korucuların
yaşadıklarıı yer hakkında ise Sokrates, onların ilk olarak mülk
sahibi olmadan birlikte yaşamaları gerektiğini bu sayede mülk
edinme hırsından uzak kalacaklarını çünkü bu hırsa girenlerin
hem halkı hem de devleti zor durumlara sokacağını söyler.
- KİTAP
Devletin
imkanlarından faydalanmayacak olan bekçilerin mutsuz
olabileceklerini söyleyen Adeimantos'a karşı Sokrates toplumun bir
sınıfın değil herkesin mutlu olması için kurulduğunu ve bu
toplumda ancak herkes kendi üzerine düşeni yaparsa iyi bir düzenin
sağlanacağını söyler.
Bir
savaşta devlet yurdun bütünlüğünü gereği gibi sınırlamalıdır.
Bütünlüğünü bozacak kadar genişlemesine izin vermemelidir.
Böyle bir durumda elde edilecek topraklar ya da ganimet zayıf olan
düşmana verilmelidir.
Devletin
bekçileri eğitimin bozulmamasında dikkat edeceklerdir. Özellikle
müzik alanında değişim olmamasına çok dikkat etmeleri
gerekmektedir.
Kanınlar
toplumun düzeninden çıkar. İlkin Tanrılar için tapınak ve
törenler ölülerin gömülmesi, saygı görmesi gibi kanunlar
çıkarılmalıdır.
Bu
kurulan devlette başlıca değerler: Bilgelik, yiğitlik, ölçü ve
doğruluktur.. Toplum da herkesin kendi işini yapmasıyla doğruluk
sağlanacaktır. Doğruluk insanın kendi malının sahibi olmak ve
kendi işini -tek bir konuda uzman olması- görebilmesidir.
5
çeşit eğrilik vardır. Bunlar beş devlet şeklidir. Birisi bu
kurulan devlet ki onu iki isimle adlandırabiliriz: Monarşi ve
Oligarşi der buna Sokrates. Ve 5.kitaba yani eğriliğin
araştırılmasına geçer.
- KİTAP
Kitaba
kadınlar ve çocukların yaşamlarının nasıl olacağı
sorgulanarak başlanır. Kadınlar da erkekler gibi müzik ve
jimnastik ile bir savaşçı gibi yetiştirilecektir. Onlar da
bekçilik görevini üstlenebileceklerdir. Sadece cinsiyetlerinin
zayıflığı göz önünde tutularak onlara daha kolay işler
verilecektir.
Kadınlar
ve çocuklar ortak olacak, baba oğlunu; oğul babasını
bilmeyecektir.
Gençler
düğün dernekle evlendirilecektir fakat evlenmelerin sayısı
devlet tarafından saptanacaktır. Öyle ki toplum ne çok büyüyecek
ne de küçülecektir.
Bunu
yanı sıra savaşta ve barışta yararlılık sağlayan gençlere
daha çok kadınla birlikte olma hakkı tanınacak ki döllerinden
daha çok faydalanılsın diye. En iyiler daha çok çiftleşmeli ve
bir tek onların çocukları yetiştirilmelidir. Doğran çocuklar
özel bir kuruma bırakılacaklar. Bu kurum seçkin vatandaşların
çocuklarının iyi bir yuvada; seçkin olmayan yurttaşların ve
daha başkalarının, doğuştan bir eksikliği olan çocukların
gözden uzak bir yerde bakılmasını sağlayacaktır. Besleme işini
de bu kurul düzenler. Anne ya da bakıcı tarafından emzirilen
çocuk erkek bakıcı tarafından yetiştirilmelidir. Kadınlar
20'sinden 40'ına; erkekler ise 55'ine kadar devlete çocuk
yapacaklar. Bunun dışındaki üreme cezaya maruz kalacaktır.
Savaşa
giderken kadınların dışında savaşı görüp tanımaları için
çocuklar da katılacaklar yalnız gerekli korumalar sağlandıktan
sonra. Bir asker korkakça davranırsa o işçi yapılacaktır, aynı
şekilde tutsaklar düşmana bırakılır ve yiğitler
onurlandırılırlar.
Peki
askerler savaşlarda düşmanlarına karşı ne yapacaklardır?
Eğer
savaş iki Yunan milleti arasında yapılıyorsa:
Yunanlılar
köle yapılmayacak, diğer yunan kentlerine de bu adet
öğütlenecektir. Ölüler soyulmayacaklar, düşmanın onları
kaldırmasına izin verilecektir. Kentler yakılıp yıkılmayacak
onun yerine o yılın en iyi ürünlerine en koyulacaktır.
Yunanlılar
arasında gerçekleşen bir savaş değil de çatışma olarak
algılanacak tekrar barışılacağı hesaplanarak zarar
verilecektir.
Son
olarak Sokrates yöneticilerin vasıflarını açıklar:
Yöneticiler
filozof olmalıdır. Diyalog bitmeden ise sofistik düşünceyi
taşlar. Çünkü sofistler tek bir değer olduğunu kabul etmezler
ve kişilere göre değerlerin değiştiğini söylerler.
Böyle
bakan kişi öz gerçekliği göremez der. Örneğin güzel renklere
güzel biçimlere bakar fakat güzelliğin gerçekliğini tanımlamaya
kalkmaz ve bu konuda bilgili olamaz, sadece sanıları olur.
- KİTAP
Bu
kitapta devletin başında filozofların bulunması gerektiğini
söyleyen Sokrates ilk olarak filozofların meziyetlerini över:
Bir
filozof bilim düşkünüdür bu nedenle yalancı veya riyakar
olamaz. Varlığı sevgi ve şeref tutkunları gibi bir bütün
olarak sever. Bedeni için değil de ruhun için çalıştığından
dolayı onda açgözlülük ve ölçüsüzlük bulunmaz. Tanrı ve
insan işlerini bütünüyle kavramaya çalışan bir ruh küçüklükle
bağdaşmaz. Hırçın, geçimsiz değildirler ve sağlam bir belleğe
sahiplerdir.
Bu
övgülerin ardından araya giren Adeimantos uzun süre felsefe ile
uğraşanların kaçık ya da tuhaf adamlar haline geldiklerini ve
devleti yönetemeyecek duruma düştüklerini söyler. Sokrates ise
bunun nedenini devleti hep çok kötü kişiler yönettiği için
onların yanında filozofların kaçık gibi durdukları şeklinde
açıklar. En güzel değerlerle yüklü insanların bile kötü
eğitime düşerlerse kötünün de kötüsü olacağını ekler.
Çünkü çoğu filozof bu nedenle (yani kötü eğitimden dolayı)
bozulmaktadır ve birçoğu da filozof gibi geçinmektedirler. Halkın
filozoflar için olan önyargısının bir kısmını da bu filozof
geçinenler oluşturmaktadır. Bunlara en belirgin örnek
sofistlerdir. Onlar öğrettikleri şeyin özünü bilmeden yalnızca
hoşa gideni vermeye çalışırlar ve temelinde kimseye birşey
öğretmezler. Zaten felsefe ile uğraşmaya layık olanlar ufak bir
azınlıktır. Bugünkü devlet şekillerinin hiçbirisi de bir
filozofa uygun değildir. Çünkü bugün felsefe ile ilgilenen
delikanlılar daha ev, bark, alış-veriş bilmeden felsefeye
girerler, işin en zor kısmından da kaçarlar. En zor kısım da
"dialektika"dır. Bu delikanlılar felsefe konuşmalarını
dinlemeyi büyük bir iş görürler. Yaşlılığa doğru ise pek
azı felsefeye bağlı kalır ve tüm eğitimleri bir günde söner
gider.
Oysa
devlette bunun tam tersi olacaktır. Gençlikte ve çocuklukta yaşa
uygun eğitim verilecek, üstünde asıl durulacak olan gençliğin
gelişen bedenleri olacak. Beden felsefeye iyi bir hizmetçi olarak
yetiştirilecek. Yaş ilerleyip kafa olgunlaştı mı ona uygun
çalışmalar artacak. Sonunda yurttaşlar kuvetten düşüp politika
ve savaştan uzaklaştı mı onlar felsefe ile başbaşa
bırakılacaktır.
Şimdi
halkın filozoflara karşı olan önyargılarını değiştirmek de
zor da olsa filozofa kalacak. Filozof kendisini en iyi şekilde ifade
ettiği zaman bu tür önyargılar da kalkacaktır.
Sokrates
burada en yüksek bilimin konusu iyi ideasıdır der. Fakat iyinin
tam olarak ne olduğunu bilmeyiz ama iyinin bilgisine ulaşmamış
bir bekçi işini tam anlamıyla yapamaz. Bu neden bu bilgiye ermiş
bir bekçinin olması gerekir.
Bu
nedenle burada Glaukan ve Adeimantos Sokratese iyi ideasını
anlatması için baskı oluştursalar da Sokrates onu araştırmayı
sonra yapacaklarını, şimdi ise iyinin yalnız bir dalını
anlatmaya çalışacağını söyler.
İyi,
güneşi kendisine eş olarak yaratmıştır. Güneş nasıl ki
nesneleri görmemizi, onları kavramamızı sağlıyorsa; iyi de
aklın bilme gücünü bu şekilde verir ama kavranan dünyada
bilimin ve gerçeğin iyi olduğunu iddia etmek yanlıştır. İyi
ideası onların çok daha üzerindedir.
Sokrates
"2 ayrı uzunlukta ortasından kesilmiş bir çizgi düşün. Bu
parçalardan biri görülen dünya öteki kavranan dünya olsun.
Parçalardan herbirini aynı orantı ile yeniden ikiye böl.
Nesnelerin aydınlık ve karanlık derecelerine göre görülen
dünyada bir parça elde edeceksin; yansılar parçası.
Yansı
dediğim şey, önce gölgeler sonra suda ya da parlak yüzeylerde
görülen şekiller ve onlara benzer tüm görüntüler...
Şimdi
bir tarafına yansı dediğim çizginin öbür yarısını al. Orada
canlı varlıklar, bitkiler ve insanın yaptığı bütün nesneler
olsun. Görünen dünya sahte ve gerçek olarak ikiye ayrılır.
Birşeyin yansısı, kopyası ondan ne kadar ayrı ise sanı ile
bilgi de birbirinden o kadar ayrıdır.
Böldüğün
çizginin ilk parçasında ruh deminki parçaya asıllarını
koyduğumuz nesneleri birer yansı olarak ele aldığı için
araştırmalarında varsayımlarından gitmek zorunda kalır; ilkeye
değil sonuca götüren bir yola girer. İkinci parçada ruh
yansılara başvurmadan varsayımdan ilkeye gider; araştırmalarını
yalnız kavramlarla yapar.
Aklın
dialetika gücüyle kavradığı şeyler vardır. Burada akıl
varsayımları birer ilke değil yalnızca varsayım, birer basamak
olarak alır.
Bütün
varsayımların üzerindeki bütünün ilkesine varır. Bu arada
görülen duyulan hiçbirşeye başvurulmaz.Kavramdan kavrama geçerek
yine kavrama varır. Geometri gibi bilimler ilkeye çıkmadan
varsayıma dayanarak inceleme yaptıkları için bir ilke ile
anlaşılabilecek olan nesneleri anlayamazlar. Onlarınki çıkarma
bilgidir. Burada anlatılmak istenen kavramlar yoluyla insanın
bilgiye varabileceğidir. Dört bölümdeki dört düşünüş
şeklinin ilki kavrayış, ikincisi çıkarış, üçüncüsü inanç,
dördüncüsü ise sanıdır.
- KİTAP
Sokrates'in
müthiş mağara benzetmesine burada rastlarız: "Yeraltında
mağaramsı bir yer içinde insanlar vardır. Önde boydan boya ışığa
açılan bir giriş. İnsanlar çocukluklarından beri ayaklarından
ve boyunlarınan zincire vurulmuş bu mağarada yaşıyorlar. Öyle
sıkı sıkıya bağlanmışlar ki boyunlarını dahi oynatamıyorlar.
Yüksek bir yerde yakılmış bir ateş parlıyor arkalarında
mahpuslarla ateşler arasında dimdik bir yol var hani kukla
oynatıcılarının kendileri ile seyirci arasına marifetlerini
gösterdikleri, koydukları duvar gibi. Bu alçak duvarın arkasında
insanlar ellerinde türlü türlü araçlar insana hayvana benzer
kuklalar taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler bölmenin üzerinde
gözüküyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor kimi susuyor.
Tıpkı bizler gibi." İşte bu insanlar kendilerini ve
yanlarındaki insanları, ateşin mağarada karşılarına vuran
gölgeleri olarak görebilirler. Ve gerçek nesneleri bu gölgeler
zannederler. İşte bu adamlardan birini çözer, gözlerini ışığa
doğru kaldırırsak bu hareketler ilkin ona acı verecektir.
Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü karmaşık bakacak. Gerçek
nesnelerin bunlar olduğunu söylediğimizde ise çok şaşıracaktır.
Onu ışığın kendisine bakmaya zorladığımızda gözleri
ağrıyacak başını boyuna bakabildiği şeylere çevirecektir. Onu
alıp götürdüğümüzde ise gün ışığında gözleri kamaşacak
bu sefer de gördüğü nesnelerin hiçbirini göremez hale
gelecektir. Ama alıştıktan sonra görebildiği ilk şeyler yine
gölgeler sonra insan ve hayvanların sudaki yansımaları ve en
sonunda da kendilerini görecektir. Yıldızları, ayı ve gökyüzünü
izleyecektir. Şimdi bu insan zindandaki arkadaşlarına bunları
anlatmaya kalkışsa onlar tarafından öldürülmeye kalkılabilir.
Hatta insanımız yeniden bu karanlığa alışmakta güçlük
çekecektir. O halde göz iki halde kamaşmaktadır: ilki karanlıktan
aydınlığa geçişinde ikincisi ise aydınlıktan karanlığa
geçişinde. Bunun gibi düşünce de bu iki durumdan birini
yaşadığında açık seçik göremez. Böyle bir durumda olan
kişiye gülmemeli, onun hangi durum içinde olduğu anlaşılmalıdır.
Birincisi övülecek ikincisi acınacak haldedir.
Bu
kitapta Sokrates eğitimin üzerinde durmaktadır. Eğitim bilgiden
yoksun bir ruha bilgi koymak değildir. Bu durum kör göze görme
gücü vermek gibidir. Her ruhta iyi ve kötü yön vardır ve
öğrenme gücü ile bu işe yarayan organ da ruhun içindedir.
Eğitimin faydası da tam burada kötü yöne dönmüş bir ruhu iyi
yöne çevirmektir. Mağaradan çıkan adam gibi. Yalnız bu adamımız
güçlüklere göğüs gerip geri dönerek arkadaşlarını da
gerçekle tanıştırmak için ikna etmelidir. Onları da
zincirlerinden kurtarmalıdır.
Başa
getirilecek olan filozoflar matematik, geometri, üç boyutlu bilim
(o dönem henüz gelişmekteydi) astronomi ve armoni ile
eğitilmelidirler. Bilme-çıkarma; kavrama, inanma-varsayma; sanma.
Beden
eğitiminden sonra 20'sine gelen çocuklar arasından en iyileri
seçilmeli. 30'unda ise dialektiğe en yatkın, en seçkinleri
alınmalıdır. Çünkü gençler için dialektik, bir oyuncak gibi
algılanır. Aşırıya giderler bu konuda, yalnızca birbirlerinin
savlarını çürütmekten o kadar hoşlanırlar ki sonunda kendileri
de hiçbir şeye inanmaz olurlar. İşte bu durumun önüne
geçilmelidir. Filozofumuz 50'sinde de yaşıyorsa en son noktaya
getirilmelidir der ve bu bölümü de bitirir.
- KİTAP
Bu
kitapta devlet şekilleri üzerinde durulacak ve onlar
eleştirilecektir. Dört çeşit devlet vardır: timokrasi, oligarşi,
demokrasi ve tiranlık. Sonradan devlet şeklinin beş olduğu
söylenir ve buna karşılık beş insan tipi olduğu eklenir.
Aristokrasi
şeklinin karşılığındaki insan iyi ve doğrudur. Ama bir zaman
sonra kötü doğuşlu çocuklar gelmeye başlayacak her şey gibi bu
düzen de son bulmak zorunda kalacak.
Timokratik
devlet, aristokrasi ile oligarşi arasındadır. Demir gümüşle;
tunç altınla karışacak. Bu insan kendisine fazla güvenir. Musa’
lardan hoşlanmakla beraber daha az yakınlığı vardır onlara.
Konuşmasını bilmez ama nutuk dinlemeyi sever. Kölelere çok sert
davranır. Hür insanlara ve güler yüzlü devlet adamlarına
saygılıdır. Güçlü mevkiler ister ama kendisinde bu meziyetlerin
olup olmadığına bakmaz. Savaş gücüne ve askerlik değerine
inanır jimnastiğe ve ava düşkündür. Yaşlandıkça parayı
sever çünkü cimrilik tohumları vardır içinde.
Timokrasideki
yöneticiler parayı rahat rahat harcamak için kanunları
değiştirirler. En sonunda da kimse yasaları dinlemez olur.
O zaman paraya daha da fazla değer verirler. Böylece oligarşiye
geçilir.
Oligarşi,
devletin başında zenginlerin bulunduğu yönetim şeklidir. İşi
bilmeden sadece zengin olanların yüksek mevkiye geldiği bir sistem
doğar. Halk bölünür. Fakirliğin olduğu yerde hırsızlık ve
pek çok ahlaksızlık ortaya çıkar. Oligarşi sonucu fakir düşen
halk ile zenginler arasındaki uçurum büyür. İç karışıklıklar
çıkar. İşte bu karışıklıkta fakir halk kazanırsa demokrasi
ortaya çıkar.
Bu
sistemde (Demokraside) varolan özgürlük ile bir düzen
oluşturulamaz. Bu sistemde yetişen kişi kah türkü dinleyip şarap
içer kah perhiz yapar bir gün koşar oynar bir gün tembel tembel
oturur bir gün felsefeye verir kendisini… Kısacası kendisini
düzene sokamadığı gibi gelişigüzel bağımsız yaşamak da
hoşuna gider. Demokraside devlet adamının nasıl yetişeceği ile
de ilgilenilmez kendisine halkın dostu dedirtsin yeter !! Oligarşiyi
nasıl en sevdiği şey zenginlik düşkünlüğü yıktıysa
demokrasiyi de özgürlük düşkünlüğü yıkar. Özgürlüğe
doymuş devletin başındakiler içki sunmasını bilmeyen sakilere
döndüler mi bir sarhoşluk alır herkesi. Devlet herkese her
istediği özgürlüğü veremez olunca başlar kavga. Kadın erkek
arasındaki özgürlük bir hayli gelişir. Hayvanlar bile çok
değerlenir. Köleler nerdeyse hür gibidirler. Yabancı sığıntılar
yurttaşlarla eşit duruma gelir. Bu durumda en ufak bir baskı gören
yurttaşlar hemen ayaklanırlar başlarına buyruk hareket etmeye
başlarlar. Bu noktada tiranlık gelir. Aşırı özgürlük aşırı
bir köleliği getirecektir. Herkese baldan pay verilip
susturulurlar. Demokrasilerde büyük kısmı eğitimsizler oluşturur
pek azı başa gelir ama her yerde gösterirler kendilerini zengin
kesim kalabalıktan uzaklaşmıştır halk ( işçiler- zanaatçılar
) ise en güçlü kısım onlar olmalarına rağmen baldan pay
aldıkça birleşmeyi akıllarına bile getirmezler. Baştakiler
halkın kendilerine kul köle olduğunu görünce yurttaşların
kanına girmeden duramaz. Lekeleme yolunu tutar. Halka iyi şartlar
verileceği vaadinde bulunur ve onları zenginlere karşı kışkırtır.
Devletten kovulup düşmanı yenerek tekrar başa gelirse tam bir
zorba olur bu insan. Halk ona sığınıp koruyucular verir. Zengin
ise kaçar durmadan. Önce halka kendisini iyi gösteren zorba
zamanla iç yüzünü belli eder. Çıkarları için herkesle savaşır
durmadan ve halkın gözünden düşer. Ama halk yağmurdan kaçarken
doluya tutulmuştur. Kovmak istediği kimselerin artık kendisinden
çok daha güçlü olduğunu görür ve gerçek zorbalık altında
ezilir gider.
- KİTAP
Kitap
zorba insanın özelliklerini anlatmayla başlar. Zorba insanın
mutsuz olacağı sonucuna varılır. İnsan ruhu üç bölüme
ayrılır: Bilim ve düşün sever( bilgili ), şan şöhret sever (
öfkeli coşan ) ve kazanç seven ( yeme içme cinsellik… ).
Bunlardan en mutlusu her zamanki gibi filozoftur ( bilim ve düşün
sever ). Kitapta krallık övülür. Bir kral ölçülü ve
istediğini bilen kişidir. Zorbanın aksine iyi ve mutludur. Bir
adam eğriliği sonuna kadar götürüp kendisini doğru adam
göstermenin yolunu bulursa eğrilik onun için karlıdır. ( Uzun
uzun nasıl iyi bir insan olunabileceği anlatılatılır. )
- KİTAP
Kurulacak
bu devletin en iyi devlet olduğuna inancını attıran kuralın şiir
üzerine olduğunu söyler Sokrates. Daha önce belirtildiği gibi
şiirde taklit yasaklanmıştı. Bu doğru bir adımdır çünkü
tragedya izleyicileri benzetilen şeyin ne olduğunu bilmiyorlarsa
içlerinin düzeninin bozulacaktır. Örneğin: Tanrı sedirin
yaratıcısıdır dülger sedirin işçisi onu çizen ressam ise
benzetmecisidir. Dülgerin yaptığı sedir gerçeğe en yakındır
her yönden bakıldığında değişmez ama ressam yalnız gördüğü
açıdan çizebilir bu yüzden gerçeğe uzaktır. İşte tragedyanın
durumu da budur. Şairlerin her şeyi bildikleri söylenir oysa ki
her şeyin bilgisine varan kişi onları övmekle kalmaz bizzat
kendisi bir şeyler yapardı. Nitekim her şeye bağlı üç sanat
vardır; kullanma,yapma ve benzetme sanatı. Kullananlar
kullandıkları eşya için zaman zaman yapanlara danışsalar da
benzetmeciler bunu yapmazlar. Onlar iyi ya da kötü olmuş ayırmadan
sadece benzetirler. Kaldı ki yasalar acılar karşısında
tepkilerimizi dizginlememizi, boşuna bağırıp çağırmamızı ve
akıldan yana durmamızı ister. Oysa ki tragedya oyunu insanları
ağlatır onların en coşkun yanlarını uyarır akıldan
uzaklaştırır. Komedya için de geçerlidir bütün bunlar. Ama düz
yolla dile getirirlerse sözlerini bir problem yaşamayız. İnsan
ruhunun sonsuz olduğuna dair bir bilgiye de sahip oluruz X. Kitapta.
Ruhu hastalık değil eğrilik öldürür. Bir insan ne kadar iyi
olursa o kadar uzun yaşar.
ÖZET
Toplumun,
insanların birbirlerine ihtiyaç duymalarından dolayı oluştuğunu,
her insanın kendine yakın işlerle uğraşıp bunları paylaşarak
toplu yaşamı oluşturduklarını söyleyen Sokrates ile diyalogda
“adalet” in sorgulanmasından Platon’ un ideal devletine dair
unsurların açıklanmasına geçilir. Toplum büyüdükçe, komşu
topraklara ihtiyaç duyulacak, bunun sonucunda savaş çıkacaktır.
Böyle bir durumda toplumu koruyacak bekçilere ihtiyaç vardır. Bu
kişiler hem “azgın” ruhlu hem de kendi halkına zarar
vermeyecek kadar ölçülü olmalıdır. Bekçiklerin eğitiminde
Hesiodos ve Homeros gibi şairlerin Tanrıları kavgacı, insanların
kılığına girerek onları kandıran şekilde betimlenmelerine
karşı gelen Sokrates, mitolojideki yanlış tanımlamaları
sıralamaya devam eder. Bekçilerin yiğit olabilmeleri için ölümden
korkmamaları gerekmektedir bu nedenle Hades’ e dair korkunç
hikayeler ya da kahramanların trajik ölümleri anlatılmamalıdır.
Bekçiler aşırı gülen insanlar da olmamalı bu nedenle Tanrıları
kahkahalara boğulur halleri de betimlenmemelidir. Gerçekten ayrılma
yetkisi Tanrılar için geçerli olmasa da insanlar arasında yalnız
devlet yönetenlerinde olmalıdır. Devletin yararına düşmanlarına
ya da yurttaşlarına yalan söyleyebilirler .
Gençlerin
eğitimine geldiğimizde ise onlarına akıllı uslu olmaları
gerektiği bu nedenle de İlyada’ da Akhilleus ile Agamemnon
arasında geçen konuşmalar gibi isyankar mısraların ya da
mitolojide tanrıların birleşmelerinin anlatılmaması gerektiği
kanısındadır. Gençler, “hediyeler tanrıları bile yola
getirir” gibi sözler duymamalıdırlar. Tanrılar ya da oğulları
kız kaçırmak gibi soysuz işlere de girmezler .
Homeros’ un eleştirilmesi devam eder; şairler kahramanları taklit ederek anlatırlar ( dolaysız ) oysa ki dolaylı anlatsalar anlatımları taklide kaçmaz. Bekçilerin de taklitten kaçınmalarını ya da en azından yiğitlik, bilgelik, dini bütünlük gibi erdemleri taklit etmelerine müsaade edilmesi gerekir. Bu noktada tragedya ve komedyalarda, ağlayan kadınların, kölelerin, delilerin sarhoşların, kadın - erkek delilerinin vs.. taklitleri yapılmayacaktır. Kurulacak olan devlette herkes bir konuda uzman olacaktır .
Homeros’ un eleştirilmesi devam eder; şairler kahramanları taklit ederek anlatırlar ( dolaysız ) oysa ki dolaylı anlatsalar anlatımları taklide kaçmaz. Bekçilerin de taklitten kaçınmalarını ya da en azından yiğitlik, bilgelik, dini bütünlük gibi erdemleri taklit etmelerine müsaade edilmesi gerekir. Bu noktada tragedya ve komedyalarda, ağlayan kadınların, kölelerin, delilerin sarhoşların, kadın - erkek delilerinin vs.. taklitleri yapılmayacaktır. Kurulacak olan devlette herkes bir konuda uzman olacaktır .
Bekçilerin
eğitiminde musikinin önemi daha önce söylenmişti. Bu konuda da
Sokrates bir takım yasaklar getirir. Müzik ne içki sofralarındaki
gibi ağza yakışmayacak laflar içeren ( Ionia, Lydia ) ne
miskinlik ve hüzün veren ( karışık ve uzun Lydia ) makamlar
içermelidir. Bu tanımların dışında da bir tek Dor ve Phrygia
makamları kalır. Bu durumda devlette çeşitli harplar, çok telli
sazlar yapan ustalar olmayacaktır. Yalnızca Iyra, kithara ve kaval
kente girebilecektir. Makam ve sözün dışında müzikte ritm de
önemlidir ve ritm de söze uygun olacaktır .
Gençler
için müzik kadar beden eğitimi de önemlidir. Bunun ilk basamağını
doğru beslenmek oluşturur. Bir hekim pek çok hasta görmüş
tecrübeli, kendisini kafasıyla tedavi edebilen bir insan olmalıdır.
Diğer yandan kötülüklerle savaşacak olan yargıç içinse bu
durum tam tersidir. Yargıç çocukluğundan itibaren kötülerle
düşüp kalkmamış ve yaşlı – çevresindekileri gözlemleyerek
iyi ile kötüyü ayırma tecrübesine ulaşmış olan - bir kimse
olmalıdır .
Buraya kadar Platon’ un devletinin tamamen bir “sansür “ kurumu gibi işlediğini söyleyebiliriz. Bu toplumda farklı görüşler, farklı karakterler yoktur. Dil’ den, sanata kadar her şey devletin denetimini altındadır.
Buraya kadar Platon’ un devletinin tamamen bir “sansür “ kurumu gibi işlediğini söyleyebiliriz. Bu toplumda farklı görüşler, farklı karakterler yoktur. Dil’ den, sanata kadar her şey devletin denetimini altındadır.
Devlette
yönetenler “yaşlılar” yönetilenler ise “gençler”
olmalıdır. Yöneticiler ise hayatları boyunca toplum için iyi
şeyler yapmış olan, akıllı, değerli kimseler olmalıdır. Bu
nedenle bu tarz kişiler sürekli gözetleneceklerdir .
Bu,
günümüzde dahi tartışılmaya açık bir görüştür. Yaşlılar
egemenliği ( gerontokrasi ), “tutucu” ve gelişmeye kapalı bir
yönetim tarzıdır. Gençlerin tecrübesiz oluşlarını öne
sürerek, onların aktif siyasette yer almalarının da önü
kapatılmış olunur. Bu “yeni” ve “yaratıcı” fikirlerin de
bir anlamda hibe edilmesidir. Bu anlamda Platon’ un devleti
“tutucu” dur da.
Devletin
önemli bir tanımıyla da karşılaşırız; Bir Fenike masalından
yola çıkarak kimilerinin ruhu altınla ( yöneticiler - filozoflar
), kimilerinin ki gümüşle ( bekçiler ), kimilerininse bakır ve
tunçla ( çiftçiler ve zanaatkarlar ) yoğrulmuştur der Sokrates.
Burada hiyerarşik yapı karşımıza çıkar. Ama bu yapı yarı
açık bir toplumu simgeler çünkü Sokrates altından doğanların
gümüş, gümüşten doğanların altın çocuk yapabileceklerini
eklemeyi ihmal etmez .
Korucuların
yaşayacakları yer hakkında ise Sokrates onların ilk olarak mülk
sahibi olmadan birlikte yaşamaları gerektiğini bu sayede mülk
edinme hırsından uzak kalacaklarını çünkü bu hırsa girenlerin
hem halkı hem de devleti zor durumlara sokacağını söyler
.
Devletin imkanlarından faydalanamayacak olan bekçilerin mutsuz olabileceklerini söyleyen Adeimantos’ a karşı Sokrates, toplumu bir sınıfın değil herkesin mutlu olması için kurulduğunu ve bu toplumda ancak herkes kendi üzerine düşeni yaparsa iyi bir düzenin sağlanacağını söyler .
Mülkiyet konusunda değişik bir görüş öne süren Platon’ a göre, mülkiyet ortadan kalktığında tartışmalar da son bulacaktır. Bu bizi, mülkiyetin sonradan mı kazanıldığı ya da doğuştan böyle bir hakkımız olup olmadığı sorununa getirir. Hatta bu konu o kadar radikal bir hal alır ki kadınlar ve çocuklar da ortak mülkiyet kapsamına alınırlar. Kadınlar ve çocuklar ortak olacaklar, baba oğlunu; oğlu babasını bilmeyecektir.
Devletin imkanlarından faydalanamayacak olan bekçilerin mutsuz olabileceklerini söyleyen Adeimantos’ a karşı Sokrates, toplumu bir sınıfın değil herkesin mutlu olması için kurulduğunu ve bu toplumda ancak herkes kendi üzerine düşeni yaparsa iyi bir düzenin sağlanacağını söyler .
Mülkiyet konusunda değişik bir görüş öne süren Platon’ a göre, mülkiyet ortadan kalktığında tartışmalar da son bulacaktır. Bu bizi, mülkiyetin sonradan mı kazanıldığı ya da doğuştan böyle bir hakkımız olup olmadığı sorununa getirir. Hatta bu konu o kadar radikal bir hal alır ki kadınlar ve çocuklar da ortak mülkiyet kapsamına alınırlar. Kadınlar ve çocuklar ortak olacaklar, baba oğlunu; oğlu babasını bilmeyecektir.
Gençler
düğün dernekle evlendirilecekler, fakat evlenmelerin sayısı
devlet tarafından saptanacaktır. Öyle ki toplum ne çok büyüyecek
ne de küçülecektir. Bunun yanı sıra savaşta ve barışta
yararlılık sağlayan gençlere daha çok kadınla birlikte olma
hakkı tanınacak ki döllerinden daha çok faydalanılsın diye. En
iyiler daha çok çiftleşmeli ve bir tek onların çocukları
yetiştirilmelidir. Doğan çocuklar özel bir kuruma bırakılacaklar,
bu kurum seçkin vatandaşların çocuklarının iyi bir yuvada;
seçkin olmayan yurttaşların ve daha başkalarının doğuştan bir
eksikliği olan çocukların gözden uzak bir yerde bakılmasını
sağlayacaktır. Beslenme işini de bu kurul düzenler. Anne ya da
bakıcı tarafından emzirilen çocuk erkek bakıcı tarafından
yetiştirilmelidir. Kadınlar yirmisinden kırkına; erkekler ise
elli beşine kadar devlete çocuk yapacaklar. Bunun dışındaki
üreme cezaya maruz kalacaktır .
İnsanların bir fabrika içerisindeki ürünlermiş gibi ele alınıp, evlendirip, çacuk sahibi yapılıp, ayrıştırılıp, tekrar biraraya getirilmeleri ne denli insan doğasına yakındır?
İnsanların bir fabrika içerisindeki ürünlermiş gibi ele alınıp, evlendirip, çacuk sahibi yapılıp, ayrıştırılıp, tekrar biraraya getirilmeleri ne denli insan doğasına yakındır?
Kadınların
da erkekler gibi müzik ve jimnastikle bir savaşçı gibi
yetiştirilebilmeleri, onların da erkekler gibi işler de yer
alabilmeleri, sadece cinslerin zayıflığı göz önünde tutularak
onlara daha kolay işler verilmesi belki de bu devlet içerisinde
olumlu tek yandır. Antik devirde kadının konumu düşünüldüğünde
ortaya atılan radikal bir görüştür.
Bu
kurulan devlette başlıca değerler: Bilgelik, yiğitlik, ölçü ve
adalettir. Toplumda herkesin kendi işini yapmasıyla adalet
sağlanacaktır. Adalet, insanın kendi malının sahibi olmak ve
kendi işini – tek bir konuda uzman olması - görebilmesidir
.
Platon’ u “uzmanlaşma” adına yaptığı açıklamada da aynı yanılgı içerisinde görürüz. İnsanları tek bir model gibi ele aldığımızda herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması belki olumlu bir anlam yüklenerek dile getirilebilir. Oysa ki, insan sürekli gelişen ve farklı yeteneklere sahip olabilen kendine özgü bir varlıktır. Bu yönde düşünüldüğünde bir insanın yedisinden yetmişine aynı iş konusunda üretici olarak çalışması, “zaman” ve “gelişim” kavramalarına ters düşer. Çünkü Platon’ da bireyin neyi yapıp yapmaması gerektiği kesin hatlarla çizilmiştir.
Platon’ u “uzmanlaşma” adına yaptığı açıklamada da aynı yanılgı içerisinde görürüz. İnsanları tek bir model gibi ele aldığımızda herkesin kendi işini en iyi şekilde yapması belki olumlu bir anlam yüklenerek dile getirilebilir. Oysa ki, insan sürekli gelişen ve farklı yeteneklere sahip olabilen kendine özgü bir varlıktır. Bu yönde düşünüldüğünde bir insanın yedisinden yetmişine aynı iş konusunda üretici olarak çalışması, “zaman” ve “gelişim” kavramalarına ters düşer. Çünkü Platon’ da bireyin neyi yapıp yapmaması gerektiği kesin hatlarla çizilmiştir.
Son
olarak Sokrates yöneticilerin vasfını açıklar: Yöneticiler
filozof olmalılardır. Sofistik düşünceyi taşlar. Çünkü
sofistler tek bir değer olduğunu kabul etmezler, kişilere göre
değerlerin değiştiğini söylerler. Böyle bakan kişi öz
gerçekliği göremez der. Örneğin güzel renklere, güzel
biçimlere bakar fakat güzelliğin gerçekliğini tanımlamaya
kalkmaz ve bu konuda bilgili olamaz sadece sanıları olur .
Devletin başından filozofların bulunması gerektiğini söyleyen Sokrates ilk olarak filozofların meziyetlerini över. Bir filozof, bilim düşkünüdür. Bu nedenle yalancı ya da riyakar olamaz. Varlığı, sevgi ve şeref tutkunları gibi bir bütün olarak sever. Bedeni için değil de ruhu için çalıştığından dolayı onda açgözlülük ve ölçüsüzlük bulunmaz. Tanrı ve insan işlerini bütünüyle kavramaya çalışan bir ruh küçüklükle bağdaşmaz. Hırçın, geçimsiz değillerdir ve sağlam bir belleğe sahiplerdir .
Devletin başından filozofların bulunması gerektiğini söyleyen Sokrates ilk olarak filozofların meziyetlerini över. Bir filozof, bilim düşkünüdür. Bu nedenle yalancı ya da riyakar olamaz. Varlığı, sevgi ve şeref tutkunları gibi bir bütün olarak sever. Bedeni için değil de ruhu için çalıştığından dolayı onda açgözlülük ve ölçüsüzlük bulunmaz. Tanrı ve insan işlerini bütünüyle kavramaya çalışan bir ruh küçüklükle bağdaşmaz. Hırçın, geçimsiz değillerdir ve sağlam bir belleğe sahiplerdir .
Eğitim
konusundaki vurgu Sokrates’ in müthiş mağara benzetmesini ile
son noktasına ulaşır: “Yeraltında mağaramsı bir yer, içinde
insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş. İnsanlar
çocukluklarından beri ayaklarından, boyunlarından zincire
vurulmuş bu mağarada yaşıyorlar… Öyle sıkı sıkıya
bağlanmışlar ki boyunlarını dahi oynatamıyorlar. Yüksek bir
yerde yakılmış bir ateş parlıyor arkalarında. Mahpuslarla ateş
arasında dimdik bir yol var, hani kukla oynatıcılarının
kendileri ile seyirci arasına, marifetlerini gösterdikleri
koydukları duvar gibi.. Bu alçak duvarın arkasında insanlar.
Ellerinde türlü türlü araçlar, insana, hayvana benzer kuklalar
taşıyorlar. Bu taşıdıkları şeyler bölmenin üzerinde
gözüküyor. Gelip geçen insanların kimi konuşuyor, kimi susuyor.
Tıpkı bizler gibi !!” İşte bu insanlar kendilerini ve
yanlarındaki insanları ateşin mağarada karşılarına vuran
gölgeleri olarak görebilirler. Ve gerçek nesneleri bu gölgeler
zannederler. İşte bu adamalardan birini çözer gözlerini ışığa
doğru kaldırırsak, bu hareketler ilkin ona acı verecektir.
Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü karmaşık bakacak. Gerçek
nesnelerin bunlar olduğunu söylediğimizde ise çok şaşıracaktır.
Onu ışığın kendisine bakmaya zorladığımızda gözleri
ağrıyacak, başını boyuna bakabildiği şeylere çevirecektir.
Onu alıp götürdüğümüzde ise gün ışığında gözleri
kamaşacak, bu sefer de gördüğü nesnelerin hiçbirini göremez
hale gelecektir. Ama alıştıktan sonra görebildiği ilk şeyler
yine gölgeler, sonra insan ve hayvanların sudaki yansımaları ve
en sonunda da kendilerini görecektir. Yıldızları, ayı ve
gökyüzünü izleyecektir. Şimdi bu insan zindandaki arkadaşlarına
bunları anlatmaya kalksa onlar tarafından öldürülmeye
kalkılabilir. Hatta insanımız yeniden bu karanlığa alışmakta
güçlük çekecektir. O halde göz iki halde kamaşmaktadır, ilki
karanlıktan aydınlığa geçişinde, ikincisi ise aydınlıktan
karanlığa geçişinde. Bunun gibi düşünce de bu iki durumdan
birini yaşadığında açık seçik göremez, böyle bir durumda
olan kişiye gülmemeli, onun hangi durum içinde olduğu
anlaşılmalıdır. Birincisi övülecek, ikincisi acınacak haldedir
.
Eğitim,
bilgiden yoksun bir ruha bilgi koymak değildir. Bu durum kör göze
görme gücü vermek gibidir. Her ruhta iyi ve kötü yön vardır.
Ve öğrenme gücü ile bu işe yarayan örgen de ruhun içindedir.
Eğitimin faydası da tam burada kötü yöne dönmüş bir ruhu iyi
yöne çevirmektir: Mağaradan çıkan adam gibi. Yalnız bu adamımız
güçlüklere göğüs gerip geri dönerek arkadaşlarını da
gerçekle tanıştırmak için ikna etmelidir. Onları da
zincirlerinden kurtarmalıdır.
Bireyleri
“aktif” birer organizma olarak ele almadığınızda, eğitim de
bir yerde donuk ( tutucu ) kalacaktır. Kaldı ki devletin her alanda
kısıtlamalar getirerek uygulamaya koyduğu bir eğitim
politikasının başarılı olacağı da çok reel bir yaklaşım
değildir. Çünkü herkesin ihtiyacı, algılama yeteğini bir yerde
Platon’ un lanet ettiği sofistlerin yaklaşımı ile “farklı”
dır. Bu farklılıklar içerisin de istenildiği kadar baskı ve
sıkıştırma yapılsın, “homojen” bir birliktelik bir “polis”
kurmak imkansızdır. Ne var ki Platon devlet üzerine düşünceleri
ile, 1800’ lerde yaşamış olan düşünürleri dahi
etkileyecektir ( bkz. St. Simon, A. Comte )
PLATON’UN ADİL DEVLETİ KURULABİLİR Mİ ?
Her
ne kadar kimi çevreler tarafından gerici bulunsa da ya da çizmiş
olduğu ideal devlet ütopik görülse de Platon’un diyaloglarında
geçen pek çok şey bugün dahi tartışılmakta.
Bu
bağlamda Platon'un adil devletinin kurulup kurulamayacağını
sizlere bırakıyor ve sözlerimi bitiriyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder